Ana içeriğe atla

ÖMRÜMÜN İLK 65 YILI

Nihal Atsız'ın oğlu Yağmur Atsız'ın ömür defterinde 65 yılını karaladğı bir defter gibi düşünebileceğimiz okurken ise farklı hislere kapılabildiğimiz ve tebessüm içersinde öğrendiğimiz gerçeklerle dolu kitabı. Nihal Atsız hakkında bilinmeyenleri ya da herkesin bildiği şeylerin aslında daha farklı olduğunu öğrendiği ve sanki insanın Yağmur Atsız'la hayatı hakkında sohbet ediyor hissine kapıldığı bir kitap. Yağmur Atsız'ın bazen alaycı bir bakış açısıyla hayatına dair anlatığı anılarında ise insan kendisinşi gülmekten alamıyor. Bazı tespitlere ise insanı çok etkiliyor üzerinde bir iki gün düşünmesine sebep olabiliyor. Mesela "1950 'ler İstanbul'u rengarengdi. Ama nedense bir 'ebru' olmanın bilincini kaybedip kendini bir 'mozayik' sanma cehaletine yuvarlanmışdı. Bir mozayik komponizasyonunda taşları her zaman söküp yerine başkalarını yerleştirebilirsiniz. Ama bir 'ebru' öyle değildir, değiştirmek istediğiniz an bütününü mahvedersiniz. Varak yırtılır..." tespiti Yağmur Atsız'ın kitabını okurken beni çok etkilemişti ve gerçekten bu tespiti çok yerinde bir tesspitti. Sonra Yağmur Atsız'ın Zülfü Livaneli ile ilgili anılarını okuduğumda ise Zülfü Livaneli 'ye bakış açım değişti. Özellikle kendisini ziyarete gelen arkadaşını danışmada bekletmesini bir türlü kendilerine yakıştıramadım. Bunun yanı sıra Nihal Atsız'ın ise Yaşar Kemal'in İnce Mehmed kitabını okuduktan sonra Yaşar Kemal'le tanışmasını, arada bir Yaşar Kemal'le içmelerini ise şaşırarak okumuştum. Belkide bu durum kimsenin aklına gelmezdi ama bir gerçekti ve aslında bu gerçek hem ince hem de bir o kadar manalıydı. Diğer bir önemli ve manalı olan tespiti de şu idi ki "Beni bir nebze tanıyanlar şunu bildiğimi bilir ki bu millet 'iki Mustafa'dan' vazgeçemez. Ne 'Muhammed Mustafa'dan' vazgeçer ne 'Mustafa Kemal'den !!! Ömrüm boyunca bunları anlattığım, çoğu kez anlatamadığı için başım beladan kurtulmamışdır..." Bu tespit de beni çok etkilemişti. Milletimize ait bu vazgeçememe duygusu ancak bu kadar güzel ifade edilebilirdi. Bir de bu kitapda Yağmur Atsız'ın kendisini bir ikinci ya da üçüncü şahıs gibi bakması ise insanın tebessüm etmesine sebep oluyor. Kitabın son sayfalarına doğru bu bakış açısı ile satırlara yansıyan ifadeler Yağmur Atsız'ı daha iyi tanımamıza sebep olabiliyor. " Jean Paul (1763-1825) adında Avusturyalı bir yazar var. Şu sözü nedense aklımda kalmış:Hatıra, içinden kovulamayacağımız yegane cennetdir. Başka bir Avusturyalı yazar Arthur Schnitzler (1862-1931) ise şöyle demiş :Hatıra, suçsuz yere atıldığımız yegane cehennemdir. Yağmur Atsız (1939- ? ) adlı bir Türk yazarından zihnime takılan bir cümleye gelince o da şöyle :Hatıra , içinde tevakkuf etmekden hoşlandığımız yegane A'rafdır... Bu üç dahiden hangisi haklı ? İnsan kitabı bitirdiğinde zihnine hatıra kelimesinin manası ne olabilir sorusu takılıyor. İnsanın yaşam defterini karalarken geriye dönüp baktığında yanına kalan tek şey hafızasının en ücra köşelerinde vücut buldurmaya çalıştığı anıları değil midir?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR KİTAP BİR YAZAR

Kitap Batmayan Gün, yazarı ise Samiha Ayverdi'dir. Günlük hayatın akışı içerisinde tasavvuf üzerine kurgulanmış ve edebî bir eser okumak istiyorsanız Samiha Ayverdi bu hususta iyi bir tercihtir. Aşkın her hâli kitapta sorgulanır ancak ele alınan aşk, günümüzde içi boşaltılan ve sadece cinsellikle ilişkilendirilen bir aşk değildir. Mevzusu geçen aşk kanlı canlı bir insana, bir sûrete duyulan ve bu sûretten ilahî olana ulaşılan bir aşktır.  Aliye yaşıtlarından farklı ve dedesi İrfan Paşa'ya bazı açılardan benzerlik gösteren bir hanımefendidir. Burada soya çekimin üzerinde durulmuştur. Annesi sıradan bir kadındır. Hatta kızı ile mizaç farklılıkları olduğu için pek anlaşamaz ve kızını sürekli eleştiren bir tavırla karşımıza çıkar. Burada anne-kız çatışması da işlenen bir konudur. Anne; davetler veren, bu davetlerin kusursuz olmasına kafa yoran, manevî herhangi bir konu hakkında konuşmayan sadece gündelik işlere kafa yoran bir kadındır. Annesinin bu tutumu da Aliye'yi bir iç sık...

CANCER(YENGEÇ)

Cancer burçlar kuşağındaki bir takımyıldızdır. Diğer takımyıldızlar gibi mitolojik öyküsü kesin olarak belli değildir. Bununla birlikte genel olarak kabul gören öyküye göre Cancer, Herkül’ü (Herakles ) taciz eden bir yengeçtir. Herkül tanrılar tanrısı Zeus’un oğludur. Ama gerçek annesi, Zeus’un eşi tanrıça Hera değil, bir ölümlü olan Alkmene’dir. Alkmene ile aldatılan tanrıça Hera, Herkül’den nefret ediyormuş. Herkül kral Eurystheus’a hizmet ederken, çok başlı bir yılan olan Hydra’yı (Su yılanı) öldürmekle görevlendirilir. Eurystheus, Argos kralı Stenelos’un oğlu ve Perseus’un torunudur. Zeus Herkül’ü doğurması için Alkmene’yi hamile bıraktığında, Perseus’un ilk torununun krallık sahibi olacağını söyler. Perseus’un doğacak ilk torununun Herkül olacağını bilen Hera olaya el koyarak, Herkül’den sonra doğması gereken Perseus’un torunlarından Eurystheus’un zamanından önce doğmasını sağlar. Hera’nın sayesinde, Herkül’den önce doğan Eurystheus krallığı alır. (Ekhidna ve Typhon’un kızı) H...

MAR ADENTRO(İÇİMDEKİ DENİZ)

"İçinde deniz olan bir adamın yolu elbette İstanbul'a da düşmüştür." İçinde deniz olan bir adamın hikayesi.   Javier Bardem'in oyunculuğu  çok iyi . Tıpkı Karakomik 2 Arada adlı bölümü izlerken gözüm bu adamı bir yerden ısırıyor diyorsunuz ya ve bir anda o adam Cem Yılmaz oluyorsa işte bu filmde de   gözüm bir yerden bu adamı ısırıyor diyorsunuz  ve bir anda  Ramon sandığınız kişi aslında Javier Bardem'miş bunu fark ediyorsunuz. Filmde 26-27 yıl gibi bir süre yatağa bağımlı birinin son anlarını izliyorsunuz. Yengesi onu çocuğu gibi seviyor bakımını üstleniyor. Evdeki abi, yeğen ve baba da bu yükü paylaşıyor. Sonuçta yatağa bağımlı birine bu kadar uzun yıllar bakmak hiç de kolay değil. Özgürlüğü kısıtlayan, aile olmanın sorumluluğunu hissettiren bir durum. Özgürlük derken filmin sonlarına doğru Ramon'un söylediği şu sözlerle zihnimizin içindeki özgürlük kavramı sarsılıyor ve Ramon özgürlüğe yeni bir tanım getiriyor: " Gördüğünüz gibi yanımda içinde siya...