"Hayat akıp giderken şu trafikte her sabah arabaların arka tamponundaki kırmızı fren lambalarını neden görmek zorundayım?
Son zamanlarda demek sana çok yüklenmişim ki o taraftan bir patlak vermişsin. Oysaki birçok kıyafetimle uyum içindeydin. "
Oysaki sabah evden çıkarken sahibim hemen ön burnumdaki yırtığı fark etti ve böyle düşündü. Bunları nerden mi biliyorum? Sahibim, bunları direksiyonun başında kendi kendine mırıldanırken duydum.
Oysaki bu kelimenin anlamı TDK’ye göre Farsça rūspī’den gelme olup kaba konuşmada “Hayat kadını” ya da yine kaba konuşmada, üstelik mecaz anlamda “Kolay elde edilen, düşük ahlaklı kadın” demekti. Sahibim bu kelimeyi duyunca çok üzüldü. Senin annendir diye bağırdı. Bir an işte sakin olan sahibimi bile böyle anlar çıldırtırdı.
İşte siz de onu böyle anlarda çıldırmış, aksi ve huysuz bir kadın olarak görebilirdiniz. Sanki o anlarda içinde erkeklerin dünyasında erkekleşen o kadın ortaya çıkardı. Üzerdi bu beni .İşte İstanbul’un o çılgın trafiğinden çok bunaldığı anlarda ve biraz da akvaryuma dışarıdan bakmak istediğinde otobüse binerdi sahibim. Tabii o zaman beni tercih etmezdi. Şehirdeki tempoya benimle ayak uydurması mümkün olmazdı. Ben de o ayakkabı dolabının içinde bir ertesi günü beklerdim ki .Ertesi gün dışarı çıkmadan önce beni tercih edebilirdi.
Unutmadan ekleyeyim bu keşmekeş şehre karışmadan önce kızını servise bindirmek ayrı bir keyif verirdi ona. Okul servisini sabah sokakta öylece beklerken kızıyla kargalara laf atarlardı. Her sabah kendilerinden bir iki dakika geç çıkan dördüncü kat komşularının asık suratına rağmen günaydın derlerdi ona. Bir de apartman girişindeki dükkân sahibine günaydın derlerdi. Bu dükkan sahibi cılız bir adamdı, saçları kırçıldı. Adamın mütemadiyen bir rutini vardı. Belli belirsiz silik adımlarla gelip, dükkân kapısının önünde ellerini cebinden çıkarıp, hafif önüne eğik omuzları ile kepengin kilidine eğilip, hadi ama unuttum sanmayın tabii ki kepengin kilidini açan anahtarı sağ cebinden de çıkarıp kepenk kilidini açar ve içeri girerdi. O arada tabii yanlarından geçerken de -e bir zahmet- günaydın derdi. Veeeee servis hemen sokağın sağından giriş yapardı. Ufaklık servisine binerdi. Sahibim çarçabuk eve dönerdi ve tahmin edin ne yapardı? Üzerini değiştirir, daha güçlü görüneceği kıyafetleri üzerine geçirir, saçlarını dağınık bırakır, allıksız olmaz allığını sürer, rimelini de. Göz makyajına önem verirdi. Bakışlarına her zaman güvenirdi. Rujunu da belli belirsiz dudaklarına sürdü mü bir de kokusunu süründü mü tamamdır. İşte hazır olur ve ayakkabı dolabını açar. İşte o an en heyecanlandığım andır. Beklerim elleri benim üzerimde dolaşsın diye. Benden vazgeçemez. Hem onu uzun gösteriyorum. Hem de seksi. Üstelik siyah renkli olduğum için çoğu kıyafetine de ben uyarım. Arada da sağ olsun mahalledeki ayakkabıcıya beni götürür ve bakımımı yaptırır. Hani demiştim ya ön burnumda hafif bir yırtık var diye. Deri olduğum için de güzelce boyattı beni. Özel bakım yaptırdı. O yırtığı da bir şekilde hallettirdi. Üstelik bir de topuklarım çok ses çıkarmasın diye topuklarıma susturucu taktırttı. Ahh o minnoş ayakkabıcı yok mu? Çok sever ayakkabıları. Sanki hepsi evladıymışçasına ilgilenir ayakkabıların yaraları ve bereleriyle… Şimdi bakımını yapmış kuaförden çıkan bir kadın gibi bir kağıt torba içerisinde sahibimle eve geçiyoruz. Bakalım bugün bizi neler bekler? Bakalım sinirlendiğinde hızlı adımlarla canıma okuyacak mı yoksa sakin bir gün içerisinde huzur içinde adımlarını şuhça atıp iş çıkışı biraz da kafasını dağıttıktan sonra eve mi dönecek?
Yazan: ÖG
Yorumlar