Bir veda sessizce Bir terk ediş istemsizce Bir ayrılış ıssızca Bir seyrediş gizlice Bir öpüş kösnülce Bir dokunuş usulca Bir bakış neçe Tarifi yok bir sükût Gün yavaş yavaş damitirken sarısını Turuncuya çalarken yüzünü Dağların kızarması Bulutların mahcubiyet hissetmesi Ve rüzgarın eteklerini Yapraklara sürümesi yok mu Ağaçların o gölde gölgeleri ile Yıkanmaları peki Suda arz-ı endam etmeleri Yaprakları ile fısıldaşmaları Yok mu Gün gecesilleşirken Gecenin koynunda tam da kuzeyde Kızıl gezegenin göz kırpması Erkeklerin ondan medet umması Ve kadınların daha da Venüsleşmesi yok mu Yok ummadan sevmek ve yok mu tarumar olmak?
ahh istanbul bir karga gaklamasinda duydum seni bir martının yakarisinda yanına oturdugumda gün batiminin kizilligini yudumladim gün erirken yavaş yavaş demir kilise sereserpe karsimdayken ve ardında fener rum patrikhanesi... birden bir ıslık çatıdaki beyefendi güvercinlerini çağırıyordu yine sonbahar bu bedene hükmederken kırlangıçlar çok uzaklara göçlenmişlerdi titreyişlerle ve gün batiminin tüm nümayişleriyle sarının bütün tonlarına bürünerek örttün bedenimi ve birden bir şafak tanrıçası gibi göz kırptım sana irkildin, ürperdin ve tek olan bedenlerimizde bir ahh sesiyle yankılandık istanbul ise kanatlarimizin altinda hırçın bir yosma gibi uzaniverdi