Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nisan, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

MAR ADENTRO(İÇİMDEKİ DENİZ)

"İçinde deniz olan bir adamın yolu elbette İstanbul'a da düşmüştür." İçinde deniz olan bir adamın hikayesi.   Javier Bardem'in oyunculuğu  çok iyi . Tıpkı Karakomik 2 Arada adlı bölümü izlerken gözüm bu adamı bir yerden ısırıyor diyorsunuz ya ve bir anda o adam Cem Yılmaz oluyorsa işte bu filmde de   gözüm bir yerden bu adamı ısırıyor diyorsunuz  ve bir anda  Ramon sandığınız kişi aslında Javier Bardem'miş bunu fark ediyorsunuz. Filmde 26-27 yıl gibi bir süre yatağa bağımlı birinin son anlarını izliyorsunuz. Yengesi onu çocuğu gibi seviyor bakımını üstleniyor. Evdeki abi, yeğen ve baba da bu yükü paylaşıyor. Sonuçta yatağa bağımlı birine bu kadar uzun yıllar bakmak hiç de kolay değil. Özgürlüğü kısıtlayan, aile olmanın sorumluluğunu hissettiren bir durum. Özgürlük derken filmin sonlarına doğru Ramon'un söylediği şu sözlerle zihnimizin içindeki özgürlük kavramı sarsılıyor ve Ramon özgürlüğe yeni bir tanım getiriyor: " Gördüğünüz gibi yanımda içinde siyanür

GECEYE DAİR

Ey gece ört beni Karanlığınla kar  Zifiri olan bedeninin Kıvrımlarında bulayım Kendimi... Ey gece pak olmak Kimin haddi, Hem de senin koynunda Sana dokunurken, Yanmış olsam da Yanacağımı bilsem de Al beni koynuna Çıplaklığınla sar beni, Issızlığında, bir hûrek misali  dikeyim bakışlarımı Günahkâr bedenime. Mahcup olayım, O bilge bakışların hapsinde. Ey gece koynunda  tüm yıldızlar ve ay ki güneşin arta kalan ışığı Sen bir sonsuzluğun kapısıyken Eşiğinden kabul buyur beni içeri... Aşkı sun bana Bedenî zevklerden arınık Katışıksız haliyle Sun bir kadehte Ki kadeh artık ne billûr Ne de kristal Mey ise ne kırmızı Ne de saf o üzümün suyu, Ey gece çamurun çocuğu olmak Benim suçum mu Ateşin bana secde etmemesi Ya da bir ışık olamamak Benim suçum mu ey gece? Ey gece  nerede beni kabul edeceğin o hudut? geçiş izni bende değil bilesin Ve Ey gece ört beni Sessizce , çığlıklarım içimde kalsın ört beni ki içimdekileri sana damıtayım. Mevlana olmak ne haddimize, "Destur!" deriz kendimiz

BİR KİTAP BİR YAZAR

Kitap Batmayan Gün, yazarı ise Samiha Ayverdi'dir. Günlük hayatın akışı içerisinde tasavvuf üzerine kurgulanmış ve edebî bir eser okumak istiyorsanız Samiha Ayverdi bu hususta iyi bir tercihtir. Aşkın her hâli kitapta sorgulanır ancak ele alınan aşk, günümüzde içi boşaltılan ve sadece cinsellikle ilişkilendirilen bir aşk değildir. Mevzusu geçen aşk kanlı canlı bir insana, bir sûrete duyulan ve bu sûretten ilahî olana ulaşılan bir aşktır.  Aliye yaşıtlarından farklı ve dedesi İrfan Paşa'ya bazı açılardan benzerlik gösteren bir hanımefendidir. Burada soya çekimin üzerinde durulmuştur. Annesi sıradan bir kadındır. Hatta kızı ile mizaç farklılıkları olduğu için pek anlaşamaz ve kızını sürekli eleştiren bir tavırla karşımıza çıkar. Burada anne-kız çatışması da işlenen bir konudur. Anne; davetler veren, bu davetlerin kusursuz olmasına kafa yoran, manevî herhangi bir konu hakkında konuşmayan sadece gündelik işlere kafa yoran bir kadındır. Annesinin bu tutumu da Aliye'yi bir iç sık

IŞINLANMA NEDİR?

Işınlanma bir cismin ışık hızında bir başlangıç konumundan başka bir konuma yolculuğu mudur? Zannediyorum ki yanılıyoruz. Yazının devamını "Black Mesa" oyununun en etkileyici soundtracklerinden birisi "Ascension" ile okuyarak hayal gücünüzü yükseltebilirsiniz.👽 Işınlanma eğer teorik olarak, insanlar için gerçekleştirilebilir olsa idi şu şekilde tarif edilebilirdi: Başlangıç noktasındaki kişiyi yok edip, varış noktasında aynı kişiyi yeniden oluşturmaktır. Bu işlemlerin ışık hızında gerçekleştiğini düşünün. Ne kadar olağan, etik dışı geliyor değil mi! Ancak tam anlamı ile bu şekilde tarif ediliyor. Ütopik olduğunu ve gerçekleşme ihtimalinin az çok mümkün olmadığını tahmin edebiliyorsunuzdur. Ancak bu kadar ütopik bir konuya neden bu kadar kafa yoruluyor dersiniz? Açıklamak gerekirse ışınlanma; insan veya gözle görülür canlılar için gerçekten mümkün olmayabilir. Ancak atomik düzeyde element, bileşik, data vb. işlevsel olabilecek cisimler için ışınlanmanın gerçekleştir

BİR AYAKKABININ SAYIKLAMALARI

"Hayat akıp giderken şu trafikte her sabah arabaların arka tamponundaki kırmızı fren lambalarını neden görmek zorundayım?  Son zamanlarda demek sana çok yüklenmişim ki o taraftan bir patlak vermişsin.  Oysaki birçok kıyafetimle uyum içindeydin. " Oysaki sabah evden çıkarken sahibim hemen ön burnumdaki yırtığı fark etti ve böyle düşündü. Bunları nerden mi biliyorum? Sahibim, bunları direksiyonun başında kendi kendine mırıldanırken duydum.  Sahibim bazen kendi arabasını kullanırdı o zaman tek görevim sadece arabanın çıkardığı homurtuları dinlemek ve fren ile gaz pedalı arasında mekik dokumak olurdu. Sakin bir şekilde güne başlayan sahibim trafikte asabileşirdi. Hele bir keresinde onu sıkıştıran taksiciyi görmedim ama sahibim de inada binerek o taksiciye yol vermemişti ki o taksici de ona  “oro..."  Eeee artık gerisini anlarsınız. Bu kelimeyi bu kadar rahat kullanmak ne kadar da kolaydı ve  bu kelimeyi hiç tanımadığın  bir kadına sarfedebilmek...  Oysaki bu kelimenin anlamı

KAFATASI AVCILARI

Kafataslarımız ile fark mı var aramızda? Sahi fark nedir? Başkalık, ayrım, nüans der sözlük.   Ben seçmedim Yahudi olmayı, Hristiyan olmayı ve Müslüman olmayı, Belki Hindu olmayı ya da Mecusi, Kim bilir belki de Yezidi olmayı. Ben seçmedim kan dolu bu dünyayı, Ben istemedim bir yasak yemiş uğruna  Dünyaya fırlatılmayı. Ve ben seçmedim çamurun çocukları  diye anılmayı. İstemediğim bunca şeye rağmen, Neden bedel ödüyor ya da ödettiriliyorum, Neden ön yargıların esiri oluyorum ve Zihnim bile beni kurban ediyor bu ön yargılara. Hûd olmak isterdim rüzgâra yön vereyim, İbrahim olmak isterdim yakılırken Ateş tesir etmesin vücuduma, Yunus olmak isterdim, İnsanımsıların yaptıklarından bunaldığımda Bir balığın karnında Üç, yedi veyahut kırk gün yaşamayı isterdim.   Ben isterdim Musa'nın asası olmak, Zalimlerin zalimliğine asa ile dokunmak, Bir ejderhaya dönüşsün asam ve Kötülüklerle mücadele etsin Yutsun onları. Belki İsa olmak isterdim