Taşta kan vardı, gökyüzünde dolunay, bahçede toprak kokusu.
Taşta kan vardı. Bahçede ürkütücü bir serinlik.
Taşta kan vardı, insanların yüreklerinde nefret, dolunayda derin bir sukunet.
Taşta kan vardı ,yedi bıçak, yedi yara açmıştı.
Günümüzden geçmişe bir yolculuk vardı. Mevlana ile Şems-i Perende'nin sırrını da öğrenmek vardı. Kimya vardı, Mennan vardı. Ziya, Cavit, Serhad vardı. İzzet Efendi vardı. İzzet Efendi'nin tarçın rengi gözleri de vardı ve Poyraz vardı. O derviş ki maddi aşk manevi aşkını perdelemişti. Kalbi düğümlenmişti ve sema yapamaz olmuştu. Bu dünyaya dair bir kızı vardı. Adı da Kimya idi. Onun sevgisi ilahi aşka ulaşmasına mani oluyordu. Canı içinde can vardı. Londra'dan başlayıp Konya'da bilinmezlerin bilinir olduğu bir hikayeydi. Yok yok romandı. İçinde aşk vardı. İçinde nefret vardı. İçinde sır vardı. İçinde gece ve kan vardı.
Benim zihnimde Taşta kan vardı sözüyle vücut buldu. "İlişki sadece dünyanın güzel yerlerini gezmek, görmek değildir. İlişki sadece güzel bir müziği birlikte dinlemek,enfes Şili şarabının eşliğinde yenilen Fransız soslu bilmem ne bitfeğide değildir.İlişki sevgililer gününde çiçek göndermek, doğum günlerimizde birbirimize hediye almak, tanışma yıldönümlerinde pahalı publarda buluşmak, ilişki haftada beş kez seks yapmak da değildir. İlişki iki farklı insanın bilerek, isteyerek birlikte yerni bir yaşam yaratma arzudur" ifadeleri ile beni daha da kendisine bağlayarak zihnimdeki muammalardan birinin cevabını da vermiş oldu. Sonra birden "Uyum güzelliktir. Uyum, suyun özelliğidir. Su sabrın simgesi, istiridyenin yurdudur" dedi. Sonra "Aklını başında taşıyan ,kimi beklediğini bilir, ama aklını gönlüne hapseden ,kimi beklediğini nereden bilsin" diye seslendi. Sonra zihnimde Mevlana nasıl biriydi ki diye bir sual belirmişken hemen yanıtı geldi: "Onun toprağı yumuşak yerden alınmıştı., suyu gölllerin en tatlısından, soluğu rüzgarların en uysalından; onda umut vardı, kuşku yoktu, onda hoşgörü vardı, öfke yoktu, onda sevgi vardı, düşmanlık yoktu. Peki Şems nasıl biriydi dedim. Onun meşrebi nasıldı dedim sus ve dinle dedi: " Herkes kalenderi sayar bizi ama benim meşrebim zordur dedi. Toprağım kıraç yerden alınmıştır, her bitki büyümez üzerimde suyum eksimiş şarap gibi tatsızdır, soluğum yalçın kayaları parçalayan rüzgarlar gibi delidir. Umuttan çok kuşku vardır yüreğimde, hoşgörüden çok öfke vardır, nedensiz düşmanlık gütmesem de, olur olmaz şeye sevgi beslemem ben. Haktan yanayımdır ve de hakikatten.Bu yüzden sevginin hakedenin hakkı olduğuna inanırım. Hak etmeyene sunulmayacak kadar değerlidir sevgi." Aynı zamanda "Seyfullah" denirmiş. Allah'ın kılıcı demekmiş manası. " Kimden incindiyse, ya onu öldürür ya da ruhunda yaralar açarmış" Sayfalar ilerledikççe suyun önemini anladım. Suyun aslımıza, ana kucağına dönüşümüz olduğunu öğrendim. Sonra Kimya'nın kulağına çalınan tekerleme benim de kulağımda çınladı. "Hu hu hu/ Derviş bir dergah açmış/ Eteği sırlar saçmış/ Ama kimse bilmemiş/ Hu hu hu derviş/ Başı göklere ermiş/Sakalı yere değmiş/Dudağı sırlar saçmış/Ama kimse duymamış..." Peki dedi zihnim ilahi aşka duyulan ile insana duyulan arasındaki ince çizgi nedir dedim. Dedi ki : " İnsana duyulan aşk ölümlüdür, tıpkı beden gibi. Ölümsüz bir aşk için, ölümsüz bir varlığı sevmek gerek. Hiçbir zaman senin olamayacak, hiçbir zaman anlamayacağın, hiçbir zaman doyamayacağın, hiçbir zaman kavuşamayacağın, hiçbir zaman terk edemeyeceğin bir varlığı" İlahi aşk seni ölümsüzleştirir diyordu sanki. Ölümün manasını ifadeler içersinden kendim bulmuştum. Ölüm "Hazreti Ademin ilk hali olan toprağa çekilmekti." İki güneş vardı. Madde aleminin güneşi ve mana aleminin güneşi. "Madde aleminin güneşi doğduğunda, mana aleminin güneşi kaybolurdu" Bunları da ondan öğrendim . Bab-ı Esrar'dan çok şey öğrendim. Maddi ve manevi yolculuklar yaptım. Manevi yolculuklar hep bir adım daha öndeydi. An ile hayal arasında geçişleri olan bir romandı. Bu geçişler ise o kadar güzeldi ki insan o geçişlerin yumuşaklığına bırakıveriyor kendisini. Günümüzde Ahmed Ümit gibi bir yazarı keşfettiğim için kendime kızdım doğrusu. Ama o vardı. Gaziantepli'ydi ve kalemi çok iyiydi. Okuyamamak ise bizim ayıbımız olsa gerek.
Cancer burçlar kuşağındaki bir takımyıldızdır. Diğer takımyıldızlar gibi mitolojik öyküsü kesin olarak belli değildir. Bununla birlikte genel olarak kabul gören öyküye göre Cancer, Herkül’ü (Herakles ) taciz eden bir yengeçtir. Herkül tanrılar tanrısı Zeus’un oğludur. Ama gerçek annesi, Zeus’un eşi tanrıça Hera değil, bir ölümlü olan Alkmene’dir. Alkmene ile aldatılan tanrıça Hera, Herkül’den nefret ediyormuş. Herkül kral Eurystheus’a hizmet ederken, çok başlı bir yılan olan Hydra’yı (Su yılanı) öldürmekle görevlendirilir. Eurystheus, Argos kralı Stenelos’un oğlu ve Perseus’un torunudur. Zeus Herkül’ü doğurması için Alkmene’yi hamile bıraktığında, Perseus’un ilk torununun krallık sahibi olacağını söyler. Perseus’un doğacak ilk torununun Herkül olacağını bilen Hera olaya el koyarak, Herkül’den sonra doğması gereken Perseus’un torunlarından Eurystheus’un zamanından önce doğmasını sağlar. Hera’nın sayesinde, Herkül’den önce doğan Eurystheus krallığı alır. (Ekhidna ve Typhon’un kızı) H...
Yorumlar