Ana içeriğe atla

MAR ADENTRO(İÇİMDEKİ DENİZ)


"İçinde deniz olan bir adamın yolu elbette İstanbul'a da düşmüştür."




İçinde deniz olan bir adamın hikayesi.   Javier Bardem'in oyunculuğu  çok iyi . Tıpkı Karakomik 2 Arada adlı bölümü izlerken gözüm bu adamı bir yerden ısırıyor diyorsunuz ya ve bir anda o adam Cem Yılmaz oluyorsa işte bu filmde de   gözüm bir yerden bu adamı ısırıyor diyorsunuz  ve bir anda  Ramon sandığınız kişi aslında Javier Bardem'miş bunu fark ediyorsunuz.




Filmde 26-27 yıl gibi bir süre yatağa bağımlı birinin son anlarını izliyorsunuz. Yengesi onu çocuğu gibi seviyor bakımını üstleniyor. Evdeki abi, yeğen ve baba da bu yükü paylaşıyor. Sonuçta yatağa bağımlı birine bu kadar uzun yıllar bakmak hiç de kolay değil. Özgürlüğü kısıtlayan, aile olmanın sorumluluğunu hissettiren bir durum. Özgürlük derken filmin sonlarına doğru Ramon'un söylediği şu sözlerle zihnimizin içindeki özgürlük kavramı sarsılıyor ve Ramon özgürlüğe yeni bir tanım getiriyor:

" Gördüğünüz gibi yanımda içinde siyanür potasyum bulunan bir bardak su var. Onu içtiğimde kendi irademle sahip olduğum en özel en meşru mülkiyete yani bedenime son vermiş olacağım. Bu özgürlük eylemine sizler intihara yardım diyorsunuz ben ise bu eylemi bir insanın gerçekten benim diyeceği tek şeye yani bedenine ve onunla birlikte ne varsa yani yaşama bilince egemen olmasına destek verenlerin insanı yardımı olarak adlandırıyorum." Belki de bu sebeplerden dolayı ölümün daha iyi olacağını düşünen ve bu uğurda hukuksal bir sürecin parçası olan bir adamın da hikayesi bu film...

Bu adam; kelimelerin sihirli  dünyasını keşfetmiş, içindeki denizde yaşayan, okyanusun kokusunu camı açık olduğunda ve hafif bir rüzgar olduğunda hisseden, penceresinden uçarak gitmek istediği yerlere ulaşan bir adam... Onun gibi engeli olan avukat kadının da ona yardım etmeye çalışması ve bu süreçte aralarında hiç ummadıkları bir şekilde bir şeylerin belirmesi , kendi özel  dünyasını Julia'ya açması... Ve ona olan sonsuz hislerini şu şiirle dile getirmesi de dikkat çekicidir. Bu  aşka getirilen Batılı lakin estetik ve saf bir yorumdur: 

"içimdeki deniz
ve dipteki hafiflik
rüyaların gerçek olduğu
iki kişinin bir dileği gerçekleştirmek üzere, birleştiği
senin bakışın ve benim bakışım.
sözden gayrı tekrarlanan yankı gibi
daha derine...
daha derine...
kan ve kemiğin içinden, her şeyin ötesine...
ama hep uyanıyorum,
ve ölmüş olmayı diliyorum,
saçların, ağzıma dolanmışken,
sonsuza dek öyle kalayım diye..."

(Tabii burada keşke İspanyolcam olsa da İspanyolca aslından dinleyerek zihinlerimiz Türkçeye çevirse diye düşünmeden edemedim.)


Bir de Rose... Rose da enteresan bir şekilde adamın bakımını üstlenmek istiyor. Hatta Ramon'a aşık oluyor.  Rose ;erkekler tarafından değer görmeyen bir kadın, iki farklı adamdan birer çocuğu olan ve bir erkek tarafından sevilmek isteyen bir kadın olarak karşımızda. Filmin sonlarına doğru da adamın gerçek isteğini Rose yerine getirir. Filmin sonunda ölüme giden o yolda kamera karşısında Ramon'un yaptığı konuşma çok etkili olup bir insan yaşamak yerine neden ölümü tercih eder sorusunu da cevaplanmak ya da cevaplanmamak üzere size bir iç sıkıntısı ile armağan eden bir filmdir.

Bir yerde babasının feryadını hissediyorsunuz ,en acısı kendi ölümünü isteyen bir evlada sahip olmanın çaresizliğini siz de onunla paylaşıyorsunuz. Ötenazi isteyen ancak bir miktar siyanürle ölüme doğru giden bir adamın Rose'a söylediği  şu sözlere peki ne demeli :

"Ölümden sonra bir hayatın olduğunu düşünmüyorum Rose tıpkı doğum öncesi hayatımızı hatırlamadığımız gibi..." diyerek bu adamın pederle yaptığı konuşmalar, Hristiyanlığa getirdiği eleştiriler ve belki de inanç noktasında bir fikre sahip olmayan bir adamın kendi düşüncelerini ya da onun gibi düşünenlerin düşüncelerini bize aktaran bir  filmin adıdır içimdeki deniz. Belki de Ahmet Haşim'in O Belde'si gibi Ramon da içindeki denize sığınmıştır.

Filmin başında bu adamın aslında bu hazin sona gideceğini, suya bilerek ya da başına geleceği kestiremeyerek -ki bu düşük bir ihtimal- suya atlaması ve bunun bir soru işareti olarak film boyunca zihninizi kurcalaması da cabası? Ramon film içinde bunu bir şekilde cevaplıyor .En sert gerçek olan hatta Küçük İskender'in tabiri ile granit bir gerçek olan ölüm hakkındaki düşüncelerini bize şu şekilde aktarıyor : "Eğer korkularını yenebilirlerse bu o kadar da büyük bir şey değil. Ölüm daima vardı ve daima da olacak. Sonunda hepimiz onu bulacağız. Hepimiz... O bizim bir parçamız. Ölmek istediğimi söylememe neden bu kadar şaşırıyorlar?"  

Evet Ramon haklısın. Ölüm ile yaşam iç içe. Birinin var olduğu yerde belki diğeri de var ve bu iki kavram belki de birbirinin tamamlayıcısı bunu bilemiyoruz. Yalnız büyük bir çoğunluk senin istediğin şeye ne kadar geç sahip olursa o kadar mutlu oluyor?  Her canlı bunu elbette tadacaktır yalnız nasıl?


.


Yorumlar

Andronova dedi ki…
Yazıyı okuyunca, özellikle şiir kısmında insanın tüyleri diken diken oluyor.

Filmi izlemedim ancak hisleri geçti.

Bu blogdaki popüler yayınlar

CANCER(YENGEÇ)

Cancer burçlar kuşağındaki bir takımyıldızdır. Diğer takımyıldızlar gibi mitolojik öyküsü kesin olarak belli değildir. Bununla birlikte genel olarak kabul gören öyküye göre Cancer, Herkül’ü (Herakles ) taciz eden bir yengeçtir. Herkül tanrılar tanrısı Zeus’un oğludur. Ama gerçek annesi, Zeus’un eşi tanrıça Hera değil, bir ölümlü olan Alkmene’dir. Alkmene ile aldatılan tanrıça Hera, Herkül’den nefret ediyormuş. Herkül kral Eurystheus’a hizmet ederken, çok başlı bir yılan olan Hydra’yı (Su yılanı) öldürmekle görevlendirilir. Eurystheus, Argos kralı Stenelos’un oğlu ve Perseus’un torunudur. Zeus Herkül’ü doğurması için Alkmene’yi hamile bıraktığında, Perseus’un ilk torununun krallık sahibi olacağını söyler. Perseus’un doğacak ilk torununun Herkül olacağını bilen Hera olaya el koyarak, Herkül’den sonra doğması gereken Perseus’un torunlarından Eurystheus’un zamanından önce doğmasını sağlar. Hera’nın sayesinde, Herkül’den önce doğan Eurystheus krallığı alır. (Ekhidna ve Typhon’un kızı) H...

BİR KİTAP BİR YAZAR

Kitap Batmayan Gün, yazarı ise Samiha Ayverdi'dir. Günlük hayatın akışı içerisinde tasavvuf üzerine kurgulanmış ve edebî bir eser okumak istiyorsanız Samiha Ayverdi bu hususta iyi bir tercihtir. Aşkın her hâli kitapta sorgulanır ancak ele alınan aşk, günümüzde içi boşaltılan ve sadece cinsellikle ilişkilendirilen bir aşk değildir. Mevzusu geçen aşk kanlı canlı bir insana, bir sûrete duyulan ve bu sûretten ilahî olana ulaşılan bir aşktır.  Aliye yaşıtlarından farklı ve dedesi İrfan Paşa'ya bazı açılardan benzerlik gösteren bir hanımefendidir. Burada soya çekimin üzerinde durulmuştur. Annesi sıradan bir kadındır. Hatta kızı ile mizaç farklılıkları olduğu için pek anlaşamaz ve kızını sürekli eleştiren bir tavırla karşımıza çıkar. Burada anne-kız çatışması da işlenen bir konudur. Anne; davetler veren, bu davetlerin kusursuz olmasına kafa yoran, manevî herhangi bir konu hakkında konuşmayan sadece gündelik işlere kafa yoran bir kadındır. Annesinin bu tutumu da Aliye'yi bir iç sık...

OLİMPOS

Yunan mitolojisinde olimposlu Tanrıların evi. Yunanistan'ın en yüksek dağı olan Olimpos dağı, Yunan mitolojisinde tanrıların oturduğu dağ olarak yorumlanır. Tanrıların kralı Zeus'un meskeni olan Olimpos, Zeus dışında, Yunan mitolojisinin 12 büyük tanrısının evidir. Bu 12 büyük tanrıya, diğer ufak tanrılardan ayırmak için, "Olimpiyan" (Olympian) veya "Olimposlu tanrılar" da denir. Olimpos'da sürekli olarak yaşayan ve her kaynakta Olimpiyan olarak geçen 10 tanrı vardır bunlar:  Zeus  Hera  Poseidon  Hermes  Hephaistos  Afrodit  Apollon  Athena  Ares  Artemis'tir. Bunların dışında, 12'lik Olimpiyan tanrılarından zaman zaman sayılan, zaman zamansa sayılmayan, ve sürekli olarak Olimpos'da bulunmayan 4 tanrı vardır:  Hades  Demeter  Dionysos  Hestia Hestia Olimpos'daki yerini Dionysos'a bırakarak insanlar arasında yaşamaya başlamıştır. Yer altı ve ahiretin tanrısı olan Hades ise, Çoğu zaman Olimpiya...