Ana içeriğe atla

Kayıtlar

DAMLA DAMLA ZAMAN

Denizden korkardım küçükken... Neden? Sonsuzluk? Uzaklık? Yalnızlık? Bunlar daha genç olmama rağmen arzuladığım şeyler haline geldiler... Ne zaman değiştim, nasıl fark etmedim? Geceden kalma bir adamın karşılaştığı durumla aynı şey değil bu. Hayatımda 13 il 14 yaşlarının ne kadar farklılık gösterdiğini gördüm. Ama bu öyle yayılmış ki zamana sanki koskoca iksiri damla damla vermek gibi. Ama bir gün anlayıp çözeceğim.... Fahri Evren Kaya

BALIKÇI

Ah yorgun kaptan ah... Bu akşam da içiyoruz. Unuttuk. Unuttuk her şeyi kaptan. Seven mi kalmış ardımızda? Bir kadeh daha kaptan, bir tane daha..... Kadehlerimizdeki buzlar mı söndürecek alevlerimizi... Hala kurtulamadık mı ha? Kurtulamadık tabi... Sokak lambaları gibi bağlıyız onlara... Her köşenin başına bir tane koymuşuz. Kendimiz yandık, Başkaları geçti yanlarımızdan... Yüreğimiz çehremize, Solgun yüzlerimiz, Nasırlı ellerimize benzedi.. Hala nefes alıyorsak, Bir kadeh daha kaptan,bir tane daha..... Fahri Evren Kaya  10/05/2010     22:35

YOL

Bahşedilmiş insana, batın-i insanı görmesi Bir gün o da gördü, göreni yakan iksiri Dağlar çıktı karşısına gidenin geri dönmediği Sevgi idi -buluşulacak- Evrenin, etrafında turna gibi döndüğü.... Büyük bir ormandı.Avcıları derinine gömen Handı İçinde hancısından başka biri olmayan Derviş artık avcı olmuştu derinlerde kalan "O" han olmuştu, içinde aşkı barındıran.... Derviş sordu,aşık gördü ki derviş aşkın avcısı Maşuktur beni buraya getiren, sevdamdır, dedi Anladı derviş... Aşık, bir dermanı olan derdin hancısı Yolunun sonu "gök"tür merdiveni de sevdandır, dedi.... Yollar yoruldu, günler ağardı, aşığın verecek artık son nefesi O an gördü, kalbini söken göğün sureti Belli ki soracak, artık tek bir suali Aşk sen misin dedi ve göçüp gitti.... Zahir der Yüce dağlar aştım Elimde kalan aşkın kör ettiği bir gül kurusu Sonsuz çölleri geçtim Elimde ruhu kızarmış bir kum tanesi... Fahri Evren Kaya

ARDIMIZDA KALAN KIŞA VE ÖNÜMÜZDEKİ İLK YAZA

               Bahar'a girerken kara dair söylemek istediklerim var...Kar ki beyazlığı ile gerilerde kalacak ve yerini yeşilin bin bir tonuna bırakacak bu günlerde. Kar ki serpiştire serpiştire yeryüzünün çeperlerine dolarken yürek çeperlerimiz ise üşümekteydi. Bu üşüyüş yalnızlığın sayfalarına yazıldı kimi zaman., bu üşümek ise kimi zaman aşka dair yazıldı. Bu üşümek ki kimi zaman aile denilen o ortam içerisinde ısınıverdi. Hayat ağacı olan serviler bile kimi zaman karla kaplandı. Karla hemhal oldu. İşte o zaman hayat bile üşüdü. Zihinlerde Necip Fazıl'ın kardeşinin o konuşması beliriverdi." Abi bu elmanın ucundan ısırdım amma ziyanı yok." dedi. Hayat denilen o muhteşem elmayı da her gün biraz daha ısırıyoruz. Ve en baştaki yanılsama elmaya dair zihinlerimizde beliriyor. Sisli bir İstanbul geliyor gözlerimin önüne. Her şey ve Süleymaniye bu sislerin ardında. Puslar içinde bir İstanbul dikiliveriyor karşıma ve bir martının çığlıkları Şehir Hatları vapurunun o büyülü

BAB-I ESRAR-AHMET ÜMİT

Taşta kan vardı, gökyüzünde dolunay, bahçede toprak kokusu. Taşta kan vardı. Bahçede ürkütücü bir serinlik. Taşta kan vardı, insanların yüreklerinde nefret, dolunayda derin bir sukunet. Taşta kan vardı ,yedi bıçak, yedi yara açmıştı. Günümüzden geçmişe bir yolculuk vardı. Mevlana ile Şems-i Perende'nin sırrını da öğrenmek vardı. Kimya vardı, Mennan vardı. Ziya, Cavit, Serhad vardı. İzzet Efendi vardı. İzzet Efendi'nin tarçın rengi gözleri de vardı ve Poyraz vardı. O derviş ki maddi aşk manevi aşkını perdelemişti. Kalbi düğümlenmişti ve sema yapamaz olmuştu. Bu dünyaya dair bir kızı vardı. Adı da Kimya idi. Onun sevgisi ilahi aşka ulaşmasına mani oluyordu. Canı içinde can vardı. Londra'dan başlayıp Konya'da bilinmezlerin bilinir olduğu bir hikayeydi. Yok yok romandı. İçinde aşk vardı. İçinde nefret vardı. İçinde sır vardı. İçinde gece ve kan vardı. Benim zihnimde Taşta kan vardı sözüyle vücut buldu. "İlişki sadece dünyanın güzel yerlerini gezmek, görmek değildi

ÖMRÜMÜN İLK 65 YILI

Nihal Atsız'ın oğlu Yağmur Atsız'ın ömür defterinde 65 yılını karaladğı bir defter gibi düşünebileceğimiz okurken ise farklı hislere kapılabildiğimiz ve tebessüm içersinde öğrendiğimiz gerçeklerle dolu kitabı. Nihal Atsız hakkında bilinmeyenleri ya da herkesin bildiği şeylerin aslında daha farklı olduğunu öğrendiği ve sanki insanın Yağmur Atsız'la hayatı hakkında sohbet ediyor hissine kapıldığı bir kitap. Yağmur Atsız'ın bazen alaycı bir bakış açısıyla hayatına dair anlatığı anılarında ise insan kendisinşi gülmekten alamıyor. Bazı tespitlere ise insanı çok etkiliyor üzerinde bir iki gün düşünmesine sebep olabiliyor. Mesela "1950 'ler İstanbul'u rengarengdi. Ama nedense bir 'ebru' olmanın bilincini kaybedip kendini bir 'mozayik' sanma cehaletine yuvarlanmışdı. Bir mozayik komponizasyonunda taşları her zaman söküp yerine başkalarını yerleştirebilirsiniz. Ama bir 'ebru' öyle değildir, değiştirmek istediğiniz an bütününü mahvedersiniz

TÜRK SİNEMASINA!

"Bozkurtların Ölümü","Bozkurtlar Diriliyor","Ruh Adam","İnce Memed","Gün Olur Asra Bedel","Beyaz Gemi".... ki daha nicesi . . . Hayatımda okuduğum az kitapların arasından aklıma kazınmış , neden bir filme konu olmuyor dediğim , okurken gözümde sahnelerin canlandığı ve kendi kafamda mekanlar oluşturan kitaplar.Neden bizim yönetmenlerimiz , yapımcılarımız , sinemaya katkıda bulunan iş adamlarımız Türk yazarlarının yazdıkları kitapları konu edinen filmler yapmıyorlar ? Dikkatinizi çektiyse son dönemin yeşilçam 'ı 1980 leri bile aratıyor.Tabikide ele avuca gelen , beğenilen , takdir buyurulan filmler de yapılıyor , ancak son dönem Türk Sinemalarının perdeleri para kokuyor.Bir şeyleri para için yaptıkları belli.Söz konusu para olunca halkın bir anlık zevklerini , heyecanını karşılayan basit filmler yapıyor sanatçılarımız , iş adamlarımız.Neden ben İstanbul'un yeraltı zenginliklerini yabancı ülkeden gelip İstanbul'u belg